Tarot Bahçesi, Toskana

Toskana tepelerinde gizlenmiş canavarlar ve tanrıçaların gizli bir bahçesi. Bu bahçeye çılgın ve şehvetli Nanas’ıyla tanınan Fransız sanatçı Niki de Saint Phalle‘nin hayatının eseri diyebiliriz. İsmi Tarot Bahçesi, on dört dönümlük bir alana yayılıyor ve asırlık tarot güvertesine dayanan yirmi iki devasa heykelle dolu. İnanılmaz parlak renklere bürünmüş kadın dansçılar var. Adalet, Şeytan ve Dünya, alçı kaplı demir ve çelikle canlı bir şekilde işlenmiş, hafif kıvrımlı yüzeylerine gömülü ışıltılı mozaiklerle hayat bulan figürlerden sadece birkaçı. Yirmi yıllık bir süre boyunca yerel halkın yardımıyla inşa edilen bahçe – sanki bir cennet bahçesi gibi – gelenekselin sınırlamasını reddeden bir sanatçının çılgınca iddialı bir girişimine tanıklık ediyor.

Peki Niki de Saint Phalle kim? 1930’da Paris’te doğmuş, üç yaşındayken ailesiyle birlikte New York’a taşınmış. Zengin bir aileden geliyor. Babasının cinsel istismarına uğramış ve annesi de baya zalim bir kadınmış. Gençliğinde model olarak çalışmış ve on sekiz yaşında evlenmiş. Sonraki sekiz yıl içinde iki çocuğu olmuş, ancak kendini annelikle sınırlandırılmış hissetmiş; göçebe yaşama tutkun olduğu için bir yerde yaşamak zorunda kalmayı kendisiyle uzlaştıramamış. Yirmili yaşlarında sinir krizi geçirip intihar girişiminde bulunmuş, ve bir akıl hastanesinde altı hafta hapis cezasına çarptırılmış. Hayatının geri kalanının gidişatını belirleyen sanatın iyileştirici niteliklerini bu akıl hastanesinde keşfetmiş. Şöylediyor: “Zihinsel krizim uzun vadede iyiydi, çünkü klinikten bir ressam olarak ayrıldım.” 1950’lerin sonlarında tüfek kullanarak tuvale ateş etmekten, kendine güveni arttıkça boyutu da artan Nanas’ı şekillendirmeye kadar sanat deneylerini geliştirmeye devam etmiş. Asi bir rock star gibi olduğu söyleniyor çeşitli kaynaklarda. Aslında kendisi çağın en büyük feminist sanatçılarından.

Geçmişi Paris ve New York’ta geçen Saint Phalle 1955’te Barcelona’ya gitmiş ve Park Güell’i gezmiş. “Barselona’ya 1955’te gittim ve Gaudí’nin yapıtı olan Güell Park’ı gezdim. Bir yazgıydı sanki karşılaştığım. Derinden sarsılmıştım. Bunun sonunun günün birinde kendi bahçemi oluşturmak olduğunu biliyordum. Bir cennet köşesi… İnsanla doğa arasında bir buluşma yeri…”.

Saint Phalle’nin yolu 1979 yılında şans eseri İtalya’nın Capalbio köyüne düşmüş. Zeytin ağaçlarının arasındaki bu muhteşem araziye bayılmış. Arazinin sahibi olan Caracciolo ailesiyle tanışıp fikrini onlara anlatmış: Bir halka açık heykel parkı inşa etme planı. Projeye olan çekiciliği ve coşkusu zengin İtalyan ailesini de heyecanlandırmış ve hayalinin gerçekleşmesi için yeşil ışık yakmışlar. Saint Phalle’nin ikinci kocası, İsviçreli sanatçı Jean Tinguely, yeşilliklerden bir serap gibi yükselen ilk figürleri inşa etmesine yardım etmiş. Bu ilk heykellerden biri, Saint Phalle’nin 1998’de bahçe açılana kadar içinde yaşadığı, bir çift çıkıntılı göğüslü muazzam bir Nana olan İmparatoriçe imiş. Bahçenin yapımı sırasında romatoid artrit hastalığına yakalanmış; ellerini kullanamaz ve yürüyemez hale gelmiş ama çalışmaya devam etmiş. Sonunda bu muazzam Tarot Bahçesi’ni bitirmiş. Ortaçağı çağrıştıran dokusu ve taş evleriyle ayakta duran Capalbio’nun hemen yanında yükselen bu modern sanatın başyapıtlarından biri tam anlamıyla gizli bir hazine. Tezatlıkların güzelliği.

Tarot Bahçesine girmek, yaşayan bir sanat eseri deneyimlemek gibi diyor gezenler. Şimdi biraz hayal edelim: Tarot falındaki kartların adını verdiği ve onlara yeni anlamlar yüklediği heykellerle dolu bir bahçe. Çocuklar aynalı Baş Rahibe ve Hayat Ağacı heykellerine tırmanıp oynuyorlar ve kilometrelerce uzunluğundaki çevredeki tepelerin manzarasını izliyorlar. Aynalar ve seramik karolar bir renk ve ışık bolluğu yaratıp, kadın cinselliğini on beş metre yüksekliğe ulaşabilen fantastik figürlerle kutluyor. Bedenler kalpler ve çiçeklerle süslenirken, görünmeyen köşelerden şiir, adak ve diğer metinler okunuyor. Sadece bahçe duvarlarının içinde bile imkansızın birdenbire mümkün hale geldiği absürd, neşeli bir yer.

Çocukça bir bahçe gibi dursa da sonsuz hayal dünyasına sahip bir kadının farklı anlamlar yüklediği bu fantastik bahçeyi umarım sen de ben de bir gün görürüz!

apollo-magazine.com
DailyArt Magazine
Advertisement

Paris Photo Fair is At Your Fingertips Now

Each year, New York is hosting world’s biggest photography fair: Paris Photo. Like all festivals and events, its cancelled due to Covid. I was not going to visit the fair nor I’ve had a plan to go to New York in April; but now I can! And you can, too; the fair is available online. For your eyes only, until 30th of April.

Here are my favorurite photos, linked with their artists.

Halaban, Gail Albert. Art Academy, Campo Di Fiori, Rome, June, 2017. Archival pigment print, 45 1/8 x 64 5/8 inches
Halaban, Gail Albert. Red Kimono, San Marco, Venice, October, 2017. Archival pigment print, 53 3/16 x 38 inches.
Arielle Bobb-Willis / New Orleans, 2017 / Archival pigment print / 20 x 30 inches
Anastasia Samoylova, Pool after Hurricane 2017, Archival pigment print on paper, 40 x 32 inch
Stickybeak by Julie Cockburn – published by Chose Commune
Maia Flore, “Vital space, 2019”, Archival inkjet print, 120 x 150 cm
JANET DELANEY, Coffee and a Sandwich, 1985, Archival Pigment Print, 15 x 15 inches, edition of 5 + 2AP; 24 x 24 inches, edition of 2 + 1AP
JANET DELANEY, Newsstand in the Subway, 1985, Archival Pigment Print, 15 x 15 inches, edition of 5 + 2AP; 24 x 24 inches, edition of 2 + 1AP
Joel Sternfeld, New York City (Happy Anniversary Sweetie Face – First Pictures series), 1976, Epson print, 12′ x 15′. Courtesy Xippas Gallery and Joel Sternfeld
Joel Meyerowitz, New York, 1978, archival pigment print; printed later, from an edition of 15, 20 x 24 3/8 inches, signed in ink on label affixed to mount verso. © Joel Meyerowitz, Courtesy Howard Greenberg Gallery, New York
Tyler Mitchell / Twins II, 2016 / Archival pigment print / 40 x 50 inches

Link is here, if you want to explore yourself!

 

 

 

A Carnivore’s Dream: Casa Julián

Warning! This story contains lots of content about meat; you might want to switch to my other guides if you’re vegan or vegetarian.

My biggest dream is to take a break from work for 2 months and wander around Spain with car; going from one town to another. Why? I really love the country, the language and the people. And I know Spain is more than just Barcelona and Madrid.

If you’re following the blog for some time, you’ll know by now Uzcan’s super power: He is a master when it comes to finding really good and authentic restaurants, which have lots of history. This time, he found one in Tolosa, at a 45 minute drive from San Sebastián.

In a poorly lit, cellar like basement, Casa Julián is serving meat since 1954. The meal starts with their special “piquillo” peppers, they arrive to the table while still sizzling on a white plate. The look is not very appetizing, but taste is so delicious! Then, you’ll have some seasonal side dishes. Within those, if you’re lucky enough to catch the white asparagus season – please order those.

You’ll reach the climax when meat is served. If you’re wandering how they’re grilling, watch its video at Uzcan’s food blog, here.

The meal ends with burnt cheesecake, which I forgot to capture on camera since I was busy eating it. Accompanied by a glass of sweet vine.

A single bite to any of the above is enough to plan your trip to Tolosa.

Bon Appétit!

Bir Etoburun Hayali: Casa Julian

Uyarı! Bu hikayede et hakkında konuşuyoruz; vegan veya vejeteryansanız diğer rehberlerime geçmek isteyebilirsiniz.

En büyük hayalim işe 2 ay ara verip İspanya’da köy köy, kasaba kasaba tekrar dolaşmak. Çünkü İspanya Barcelona ve Madrid’den ibaret değil (iki şehri de çok sevsem de), her bölgenin hikayesi, dili, insanı farklı. O yüzden birazdan okuyacağınız keşiften çok etkilendim!

Rehberleri bir süredir takip ediyorsanız, şimdiye dek Uzcan’ın süper gücünü öğrenmiş olmalısınız: Geçmişine sadık kalan, iyi ve otantik restoranlar bulma konusunda kendisi ustadır. Bu sefer bulduğu yer, San Sebastián’a arabayla 45 dakikalık mesafede Tolosa şehrindeydi.

Loş ışıkların altında, bodrum katında bir mahzende, 1954’ten beri et servisi yapan bir restoran: Casa Julian.

Yemek, özel “piquillo” biberleriyle başlıyor, biberler sofraya geldiginde beyaz tabakta hala cızırdıyorlar ve nefes alıp verir gibi kabarcıklar çıkarıyorlar. Tadı inanılmaz lezzetli! Daha sonra sıcak başlangıçlara geçiyorsunuz. Eğer beyaz kuşkonmaz mevsiminde geldiyseniz şanslısınız, mutlaka sipariş edin.

Yemeğin doruk noktası ise tabiki etin servis edildiği an. Eti full tuz ile kaplayıp, yatay bir ızgarada ateşin üstüde ağır ağır pişiriyor et ustası. Kendisi 2.kuşak, Casa Julian’ın torunu. Nasıl pişirildiğini merak ederseniz, Uzcan’ın yemek blogunda videosunu izleyebilirsiniz – linki buraya ekledim.

Yemek, yanık cheesecake ile son buluyor. Fotoğrafını çekememişim bir an önce tadına bakmak istediğim için. Yanında da tatlı şarap.

Tolosa’ya seyahatinizi planlamak için yukarıdakilerden herhangi birinden tek bir ısırık almak yeterli.

Afiyet olsun!

8 Most Incredible Experiences in Cappadocia, Ranked

No travel has been influential on me to reset everything I have on my mind about projects and chores waiting for me at work & home like Cappadocia. Its such an otherworldly place; there are no buildings, no sign of urbanization, no distractions; just you and the weird nature.

I’ve been to Cappadocia twice, once when I was a kid for a school trip and another time for a business meeting. But when I stumbled upon on internet all the things that I’ve missed in my first two visits, a new phrase surfaced my in my brain: I must go again. And that’s what I did.

Before arriving I did an extensive research. My checklist filters activities like “Is it a tourist trap or not?”, “Will I be sad if I miss that spot?”; and I arrived to a final list. As I checked everything on my list, I am sharing with you – so you’ll have these incredible experiences as well.

no8. Visit Narlikuyu Crater Lake. You can’t see the lake until you drive to the top. But when you do, you are wow-ed!

no7. Take a walk in Ihlara Valley. Don’t forget to bring comfortable shoes, since you have to climb nearly 400 steps! There are hidden churches in the valley, since Christians practiced their religion under pressure. Frescos in the churches were exceptionally beautiful.

no6. Shop for ethnic carpets. There are different carpet ateliers in Cappadocia, most of them work with local producers. My favorite was Bazaar 54; I fell in love with (unfortunately) the most expensive carpet they have. There is also Galeria Ikman which is an Instagram popular spot; and you have to pay 50 TL to get a shot!

no5. Take a break at Ziggy Cafe. You’ll enjoy the terrace big time.

no.4 Photograph fairy chimneys. Must see ones are “3 Beauties”, “Guvercinlik Valley”, “Dervent”, “Pasabag” and “Goreme Open Air Museum”.

no3. Watch Goreme from a Cave House. Arrive at sunset to watch the beauty of old town. We were there in midday, the view was nice but I assume it must be spectacular at sunset. Argos, Museum Hotel, Sultan Cave Suits are within favorites.

no2. Wine & Cheese at Sacred House. Its a concept boutique hotel, and concept is quite unique. Owner of the hotel said it took him 13 years to finish it, since everything was built from scratch; decorations are antique and collected from all over the world.

I felt like I was invited one of Dan Brown’s book setting. Words and photography can’t explain how shocked I was. Let me say, I heard a Chinese couple scream when they check in to their room!

no1. Watch hot air balloons at sunrise. Aaaah, I can’t get over it! I talked about this experience in my previous post, link here.

Bonus: Ride horses while hot air balloons are taking off. Now, that was epic! I was watching hot air balloons as they started to take off, and suddenly I saw people with cowboy hats riding horses between balloons. I tried to capture the moment in below photo; my heart skipped a beat! I guess you should find a tour doing this activity, just ask to your hotel for arrangement.

Istanbul’s Botanic Garden: Alfred Heilbronn

good city guides alfred heilbronn istanbul botanical gardengood city guides alfred heilbronn istanbul botanical garden

My grandfather had a special interest for all different kind of botanics. He had collected species and categorized them in old parchments. As a child, diving deep into his collection was better than the story books. I remember turning each page of flowers delicately, trying to read his handwriting of plant names in Latin.

When I discovered there is a Hortus Botanicus (Botanic Garden) in the middle of Istanbul, I couldn’t help wander why I have never heard of it, or whether he visited before. So I took a ride to Suleymaniye.

Security at the door asked for our ID cards and he let us in. We asked if we have to pay for anything – he said its free and we can enjoy as long as we want! Let the plant hunting begin!

good city guides alfred heilbronn istanbul botanical gardengood city guides alfred heilbronn istanbul botanical gardengood city guides alfred heilbronn istanbul botanical gardengood city guides alfred heilbronn istanbul botanical garden

At the time of World War 2, professors and doctors living in Nazi Germany wanted to escape and Ataturk opened the doors for them. That’s how Alfred Heilbronn settled in Turkey. He wanted to build a botanic garden in Istanbul University, researched different plants all over Anatolia and benchmarked himself to European botanic gardens.

In 1935, with the help Leo Brauner and W.Stephan, he brought his dream to life.

Alfred Heilbronn Botanic Garden has more than 5.000 plants, spread onto a land of 15.000km2. There are 6 big different gardens inside, each of them specialized about different species. While each one is more unique than other, my favorite became the one with a small lake inside.good city guides alfred heilbronn istanbul botanical garden

good city guides alfred heilbronn istanbul botanical gardengood city guides alfred heilbronn istanbul botanical gardengood city guides alfred heilbronn istanbul botanical gardengood city guides alfred heilbronn istanbul botanical gardengood city guides alfred heilbronn istanbul botanical garden

Now the bad news… This beautiful botanic garden nested in Istanbul University is on the edge of being closed down!

Since 2013, there has been discussions with Director of Religious Affairs about the ownership of its land. On September 2018, the building of Istanbul University will be wrecked by Director of Religious Affairs to be used for their own issues. What will happen to botanical garden is a question mark!

Although in 1955 the garden has been categorized as “protected area”, the common belief is that garden will be wrecked together with Istanbul University. I can’t be more sad and angry to hear these news!

I urge you to visit as soon as you can, to witness this beauty with your own eyes.

good city guides alfred heilbronn istanbul botanical gardengood city guides alfred heilbronn istanbul botanical garden

good city guides alfred heilbronn istanbul botanical garden

Amsterdam Like a Local

(Türkçesi için yazının en aşağısına inebilirsin)

When the travel bug hits you and you’re looking for a European gateway, look no further than Amsterdam. From culinary landscape to art scene; the city has a lot to offer. The locals are forward-thinking, relaxed and not in a rush. Each time I visit, the city is always refreshing with new openings around every corner.

Below I’ve given you my Amsterdam city guide along with my favorite coffee, eats, drinks, and shops. The list works best if its your second or third time in the city. If you’re a first timer – make sure to visit some of the historical landmarks as well.

If you make it down to the guide, you’ll see a little surprise video from my Amsterdam visit.

Breakfast & Brunch:

Dignita

Best brunch experience I had in Amsterdam! There are 2 branches; I visited the new location at Hoftuin, within the gardens behind the Hermitage Museum, and it’s like a dream came true! Must try: Zucchini & Chickpea Fritter, served with minted yogurt, grilled halloumi, a free-range poached egg, cashew nut dukkah, lime and a wedge of fresh avocado.

7826e541-1176-4dee-8f65-34839dc8bd42

Little Collins

It has Australian fresh roots with American inspired serving menu located in the popular de Pijp area. Few items on the brunch menu but all of them worth having.

Libertine Comptoir de Cuisine

New opening! Everything is served on a crispy but fluffy brioche bread. I wanted to taste the lobster one; but it was finished. Instead I tried salmon & cream cheese plus nutella & banana – both of them were heavenly!

Pluk Amsterdam

Shop & brunch at the same time.

Coffee:

Toki

Toki works exclusively with Berlin-based Bonanza Coffee Roasters to source their coffee beans; and they serve really fine coffee. Interior gives you warm and friendly feelings; its not hard to understand why Toki is the most instagrammed coffee shop of the city.

 

Scandinavian Embassy

This place combines food & coffee and clothes with chic Nordic vibe.

Bocca Coffee Roasters

Locals’ favorite. I can easily say they had the best coffee that I’ve had. No wonder how they won the European Coffee Award for best artisan roaster in Europe. You’ll find the most talented baristas in town!

9021da4a-9353-4d00-8ae5-0069b9376362

Lot Sixty One

Super popular spot with good coffee and tasty treats.

Café Jaren

Not the best coffee nor food; but they have the most pleasant setting just next to the canals. You may enjoy a sunny day with the locals.

 

Shop:

Wildernis

Wildernis is every green-thumbed plant lovers dream (even if you’re not really into plants, this place is definitely worth a visit)! Plants hanging from the ceiling, cacti of all sizes.. Its a challenge to leave empty handed.

Noordermark

Every Saturday morning, the Noordermarkt square near Amsterdam Central Station is transformed into an organic farmer’s market boasting fresh and tasty products like cheeses, eggs, fresh fish, bread, honey, herbs, spices, nuts, mushrooms, fruits, flowers and so much more.

Cotton Cake

Minimalist design at its best.

Gathershop

Located in the Hallen, a former tram depot turned food/shop Walhalla in Old West, you’ll find the wonderful celebration of makers and creators that is Gathershop.

Anna + Nina

I regret that I didn’t take any photos while shopping at Anna + Nina! I must be captured in old-world style interiors and accessories. Take a look from their website, link here.

Things I Like Things I Love

I just loved the name! Like every little boutique in Amsterdam, you’ll find something for yourself.

Food & Dessert:

de Foodhallen

De Foodhallen is the new culinary sensation in Amsterdam. In an industrial style setting with varieties of food trucks; you’ll definitely find something for your taste buds. From Vietnamese and Indian street food to Turkish and Italian dishes; make your choice!

Café George

A classic French brasserie with a cool atmosphere. Stop by to meet with friends, to eat iconic Steak Frites, to have wine and cheese delight.

BurgerLijk

Gourmet burger is not new to the Amsterdam scene. Believe me, you’ll see so many signboards that claim “the best burger in town”. I say you should try Burgerlijk!

Van Stapele

White chocolate filled dark cookie. You’ll be addicted.

De Kaas

Farm-to-table restaurant with an exceptional experience. If you’re celebrating a special occacion or you just want to feel special – take a ride to de Kaas.

Lotti’s

Buzzing restaurant and bar; serving up fresh dishes and artisan cocktails from early morning until late.

Sea Food Bar

A huge chunk of Amsterdam’s food scene is achingly cool, and Sea Food Bar is one of them (by the way I think this is my best food shot!)

Amsterdam’da Lokal Olmak

Seyahat etmeye karar verdiğinizde ve bunun için Avrupa’yı düşündüğünüzde mutlaka Amsterdam’ı en geçmeyin. Mutfağından, sanat ve tarihine şehrin size sunabileceği çok şey var. Amsterdamlı’lar oldukça rahat ve medeni insanlar. Hiçbir şey için acele etmiyorlar. Her ziyaretimde yeni yerler açılmış oluyor bu da başka bir artısı!

Aşağıda en sevdiğim kahve, yemek, içecek ve mağazalarla birlikte Amsterdam şehir rehberimi bulabilirsiniz. Bu listeyi şehri ikinci veya üçüncü kez gezecekler için oluşturdum. Şehirdeki ikinci veya üçüncü  bulunuşunuzsa bu liste çok işinize yarar. İlk kez gidiyorsanız mutlaka tarihi yerleri de ziyaret edin derim.

Rehberin sonuna kadar gelirseniz, Amsterdam ziyaretimden küçük bir sürpriz video ile karşılacaksınız. Video çekmek çok kolay değilmiş, o yüzden beğenirseniz bana yazın lütfen 🙂

Kahvaltı & Öğle Yemeği:

Dignita

Amsterdam’da ki en iyi brunch deneyimi! 2 farklı şubeleri var. Ben Hermitage Müzesi’nin arkasındaki bahçenin içinde, Hoftuin’deki yeni yeri ziyaret ettim ve rüya gibi geldi! Naneli yoğurt ile servis edilen kabak & nohut mücver, ızgara hellim, poşe yumurta, kaju fıstıklı zahter, lime ve taze avocado.

Little Collins

Popüler olan Pijp bölgesinde yer alan Amerikan esintili servis menüsü ile Avustralya’yı hatırlatıyor. Brunch menüsü kalabalık değil ama hepsini denemeye değer.

Libertine Comptoir de Cuisine

Yeni açılmış bir yerdi ben gittiğimde. Gelen her şey gevrek ama kabarık bir börek ekmeği üzerinde servis ediliyor. Istakozun tadına bakmak istedim; ama bitmişti. Onun yerine somon & krem peynir artı nutella & muz denedim – her ikisi de ayrı cennet hissiyatı!

Pluk Amsterdam

Hem atıştırıp hem de alışveriş yapabileceğin bir mekan.

Kahve:

Toki

Toki, kahve çekirdeklerini Berlin merkezli Bonanza Coffee Roasters’dan temin ediyor ve gerçekten iyi kahve yapıyorlar. Mekan sıcak ve samimi bir izlenim yaratıyor. Toki’nin neden şehrin en çok etiketlenmiş kahve dükkanı olduğunu anlamak zor değil.

Scandinavian Embassy

Burası hem kahveleri hem yiyecekleri hem de şık kıyafetli çalışanları ile Nordik havası taşıyor.

Bocca Coffee Roasters

Yerlilerin favorisi. İçtiğim en iyi kahve olduğunu söyleyebilirim. Avrupa’nın en iyi artisan kahvesi dalında Avrupa Kahve Ödülü’nü nasıl kazandıklarını öğrenmek hiç şaşırtıcı olmadı. Şehirdeki en yetenekli baristaları burada bulacaksınız!

Lot Sixty One

İyi kahve ve leziz ikramlıklar için en popüler noktalardan biri.

Café Jaren

Sadece iyi kahve ve yiyecek için değil; meşhur kanalların manzarası eşliğinde keyifli bir atmosphere sahip. Lokallerle birlikte güneşli bir günün tadını çıkarmak için ideal bir mekan.

Alışveriş:

Wildernis

Wildernis her yeşil bitki severin rüyası olabilir. (Bitkilerle gerçekten ilgilenmeseniz bile burası kesinlikle görülmeye değer.)! Tavandan asılı bitkiler, her ölçekten kaktüsler .. karşı koyulması zor bir meydan okuma.

Noordermark

Her cumartesi sabahı, Amsterdam Merkez İstasyonu’nun yakınındaki Noordermarkt meydanı; peynir, yumurta, taze balık, ekmek, bal, baharat, kuruyemiş, mantar, meyve, çiçek ve çok daha fazlasını içeren taze ve lezzetli ürünlere sahip organik çiftçi pazarına dönüşüyor.  Muhteşem değil mi?

Cotton Cake

Minimalist dizaynı ile mükemmel diyebilirim. Görmenizde fayda var.

Gathershop

Hallen’de bulunan ve kullanılmayan bir tramvay deposu sanki Wallaha’da yer alan eski tarzda bir yiyecek ve alışveriş yerine dönüştürülmüş. Gathershop’lu yapımcıların ve yaratıcıların harika kutlamalarını burada göreceksiniz.

Anna + Nina

Anna + Nina’da alışveriş yaparken hiç fotoğraf çekmediğime çok pişmanım! Eski dünya tarzı iç mekanı ve aksesuarlarda kaybolmalıydım. Web sitelerine bir göz atın, link >

Things I Like Things I Love

Ben sadece ismi sevdim! Amsterdam’daki her küçük butik gibi, kendiniz için bir şeyler bulacaksınız.

Yemek & Tatlı:

de Foodhallen

De Foodhallen, Amsterdam’daki yeni mutfak deneyimi. Yiyeceklerin olduğu kamyonlar ile endüstriyel tarzda dekore edilmiş bir ortamda; kesinlikle kendinize uygun birşeyler bulacaksınız. Vietnam ve Hint sokak yemeklerinden Türk ve İtalyan yemeklerine kadar her şey mevcut siz sadece seçiminizi yapın gerisi kolay.

Café George

Havalı bir atmosfere sahip klasik bir Fransız pastanesi. Arkadaşlarla buluşmak, ikonik olan et ve kızarmış patateslerinden yemenin yanı sıra şarap ve peynir keyfi yapmak için mutlaka uğramalısın.

BurgerLijk

Gurme burger Amsterdam sahnesinde yeni değil. Bana inanın “şehirdeki en iyi burger” iddiasında çok fazla tabela göreceksiniz. Bense Burgerlijk’i denemeniz gerektiğini söylüyorum!

Van Stapele

Beyaz çikolata dolu bitter kurabiye.  Bağımlısı olacaksınız!

De Kaas

Çiftlikten masanıza uzanan olağanüstü bir restoran deneyimi. Eğer özel bir kutlama yapıyorsanız ya da sadece özel hissetmek istiyorsanız – Kaas’a doğru bir yolculuğa çıkın.

Lotti’s

Hem restoran hem de bar; sabahın erken saatlerinden gece geç vakte kadar taze yemek ve artizan kokteyller servis ediliyor.

Sea Food Bar

Sea Food Bar;  Amsterdam’ın yemek sahnesinin muazzam bir parçası ve oldukça havalı. Deniz mahsülleri sevenler, burayı mutlaka denesin!

Finally! 3 days in Amsterdam video: // Ve 3 günde Amsterdam video’su!

Have fun! // İyi eğlenceler!

“Slice of Pai”s Paris Guide

This is an interview with Joann Pai, founder of Slice of Pai, co-founder of Slice of Paris! She is a food and travel photographer, whom I’ve been following for ages.

Let’s get inspired by Joann’s Paris recommendations!

Bu röportaj Slice of Pai’ın kurucusu, Slice of Paris’in de ortak kurucusu olan Joann Pai ile! Kendisi yemek ve seyahat fotoğrafçısı, uzun süredir takip ettiğim, tarzına bayıldığım biri.

Joann’ın Paris önerilerinden ilham alalım!

1- Joann merhaba! Bize senin “Paris”inden bahseder misin? Paris’te yaşamak nasıl bir duygu?

Şuan Paris’te yaşamak çok heyecanlı çünkü her şey çok hızlı değişiyor. Eskiden insanlar Paris’i bir müze olarak görürlerdi ve buraya klasik Fransız yemeklerini yemek ve deneyimlemek için gelirlerdi; şimdiyse her şey dışarıdan çok etkileniyor.
Can you please describe us “your Paris”? How does it feel to live there?
It’s a very exciting time to be in Paris as things are changing rapidly here. Paris used to be a ‘museum’ and people visited to see and eat classic French things, but recently it’s becoming more open to outside influences.

2- Seni Paris’te en çok ne çekiyor?

İlki ve en önemlisi kültür. Fransızlar mutfakları konusunda oldukça tutkulular ve mutfaklarıyla gurur duyuyorlar. Aynı zamanda Paris’in yüzyıllardır neredeyse aynı kalmış olmasına bayılıyorum. Bir Kuzey Amerika’lı olarak, sürekli tarih kokan sokaklarda yürümek inanılmaz!
What attracts you most in here?
First and foremost the culture. French people are fiercely passionate and proud of their cuisine. I also love that Paris has remained relatively untouched for so many centuries. As a North American, it’s incredible to walk around a place with so much history!

3- En sevdiğin brunch mekanları?

Holly Belly ve Dersou‘nun brunchını çok seviyorum. Holly Belly’deki tuzlu pancake uğruna ölünecek cinsten!
Your favourite brunch places?
I love the brunch at Holy belly and Dersou. The savory pancake at Holy Belly is to die for!

4- Sürekli gittiğin bir kahve dükkanı?

Cafe Oberkampf – Sahiplerine bayılıyorum, yemekleri de kahveleri kadar güzel!
Name one coffee shop that you keep going all the time?
Cafe Oberkampf- I love the owners and the food is as good as their coffee!

5- Gece dışarı çıktığında gittiğin top 5 restaurantın hangileri? Ve onların en sevdiğin yemekleri?

Bir çok seçenek var: Clown Bar, Pas de Loup, Le Mary Celeste, Au Passage ve Kunitoraya favorilerim. Bunların çoğu menülerini sürekli güncelliyor o yüzden tek bir yemek önermek çok zor. Ama sana garanti veriyorum, her şey çok lezzetli!
Your top 5 restaurants for a night out? And your favourite dishes?
So many places to choose from, my favourites are: clown bar, pas de loup, le mary celeste, au passage, and kunitoraya. Most of these places update their menus often, so it’s hard to recommend one dish. But I assure you, everything will be delicious!

6- Paris’te pazar günleri ne yapmalı?

Pazar günleri Parizyenler için dinlenme günü. Pazar sabahı yemek ve antika pazarlarında dolandıktan sonra, geç brunch için rosto tavuk alıyorum. Sonra da ya bir sanat galerisi gezmesi ye da parkta yürüyüş.
Best way to spend Sunday in Paris?
Sunday for Parisians is a day for rest. I love spending my sunday morning wandering through markets, both food and antiques, and picking up a roast chicken with potatoes for a late brunch. Then going to an art exhibition or a walk in the park.

7- Kaçırmamam gereken bir etkinlik veya pazar var mı?

Bastille yemek marketi ve The Punes Vanes (bit pazarı) Paris’i ilk defa ziyaret ediyorsan mutlaka görmen gereken pazarlar. Ben antika avcısı olarak şehir içinde boş ambarlarda pop up açılan pazarları bulmaya çalışıyorum, büyük bit pazarlarından daha uygun oluyorlar.
Etkinliklere gelirsek, şehirde sahneler kurulan ve her yerde canlı müzik olan Fete de la Musique‘e bayılıyorum (Haziran ayında)! Bir de Fransa kültür bakanlığının normalde halka kapalı olan yüzlerce tarihi yapıyı ziyarete açtığı Journees du Patrimoine (Eylül ayında) yi çok seviyorum.
Any local events, markets that I shouldn’t miss?
For markets the Bastille food market and the puces vanes (flea market) are must sees for first timers in Paris. I love antique hunting so I tend to find pop up brocantes/ vide greniers around the city, as they are usually cheaper than official flea markets.
For events, I love fete de la musique (June), where they set up stages around the city and there’s live music everywhere! Also the Journees du Patrimonie (Sept), where the French ministry of culture opens up thousands of historic monuments to the public for the weekend, ones that are usually closed to the public.

8- Senin mutlaka gör ve yap diyeceklerin?

İlk defa ziyaret edenler için;
Musee d’orsay veya l’orangerie’i ziyaret et, Jardin Tulieries’den yürü, Marais’teki butik dükkanları ziyaret et, en iyi tatlıcıların tatlılarını dene (mesela Pierre Herme), St Martin kanalı yanında bir kadeh şarap iç, benim favorilerim olarak söylediğim restaurantlarda birşeyler ye veya daha geleneksel yemek için Paul Bert‘e git. Böyle durmadan devam edebilirim!
Your must see’s and do’s?
My must sees and dos for first time visitors: visit musee d’orsay or l’orangerie, walk through Jardin Tulieries, walk through the boutique shops in the marais, enjoy pastries from the masters, such as Pierre Herme, have a glass of wine by canal st martin, and grab a bite at one of my favourite restaurants, or Paul Bert for something more traditional. I could go on and on!

9 – En sevdiğin dükkanlar?

Ev eşyaları için Merci ve La Trésorerie
Kırtasiye için Papier Tigre
Kitap için OFR
Parfüm için Le Labo
The stores you love to visit?
merci and la trésorie for household goods
papier tigre for design /paper goods
OFR for books
Le Labo for perfume

10- Paris’te Paris’i doyasıya yaşamak için önerin var mı?

Paris’te yaşayan çoğu insan biraz İngilizce bilmesine rağmen, eğer birkaç Fransızca tabir öğrenirsen işine yarar. Fransızlar, Fransızca konuşmak için efor sarf ettiğini görünce çok mutlu oluyorlar.
Bir de her şeyi bir güne sığdırmaya çalışma, Paris’i yaşamanın en güzel şekli telaşsız ve sakin yaşamak.
One crucial tip to live Paris to the fullest? 
Even though most people in Paris speak a bit of English, I think it’s very helpful to learn a few French  phrases when visiting. French people are generally happy to see you making an effort in speaking French.
Also, try not to squeeze in too much in one day, Paris is better when enjoyed at a leisurely pace.
Joann’ı takip etmek isterseniz: Slice of Pai Websitesi / Slice of Pai Instagram / Slice of Paris Websitesi
Follow Joann :  Slice of Pai Website / Slice of Pai Instagram / Slice of Paris Website

24 Saatte El Born Barcelona

Bir önceki rehberimde, Barcelona’yı keşfetmeye yeni başlayanlar için semtlerini anlatmıştım (linki burada). Şimi sıra Barcelona’nın semtlerinin detaylı rehberlerinde.

İlki, en sevdiğim: El Born. 24 saatte El Born’da ne yapılır?

Yazının sonunda bir de tüm mekanları google map’s e pinledim, gitmeden telefonuna yükle ve her yeri avucunun içi gibi bulmanın keyfini çıkar!

10:00 El Born’a gelmenin en kolay yolu metroya atlayıp Jaume I’de inmek. Kahvaltı için 2 seçeneğin var. Eğer hızlıca kahvaltı faslını atlayayım ama sağlıklı olsun dersen ilk seçenek Teresa’s. Tam tahıllı ekmek üzerine avocado mash yiyip, onlarca çeşit juice’lardan birini tadabilirsin.

Eğer bir önceki gece iyi partilediysen, “recovery brunch” için sana önerim Milk. İçerisi loş ve salaş; sabahları brunch mekanı, akşamları ise bar.  Malzemeleri her gün meşhur Bouqeria’dan taze taze geliyor. Menüden benim favorilerim Salmon Eggs Benedict ve Nurse Jackie.

11:30 Kahvaltını yaptın, güne hazırsın. İlk önce Picasso Müzesi’nden başla. Picasso’nun en zengin eserleri burda o yüzden dikkat kapıda çok sıra oluyor! Önce bu linkten bilet al.

12:30 Picasso’da gördüklerin bir öğle kahvesinde değerlendirilmeli. Barcelona’da top 5 kahve dükkanlarından biri, çoğuna göre de birincisi, gizli bir geçidin içindeki Nomad Coffee.

screen-shot-2016-12-22-at-18-16-41

screen-shot-2016-12-22-at-18-20-53

13:30 Kahve insanı tok tutar, bir tur daha müze gezisi yapabilirsin. Şimdiki durak Çikolata Müzesi “Museu de la Xocolata“. Çikolatalardan gözün dönerse şaşırma.

14:30 Sıra geldi öğle yemeğine! Yine sana iki seçenek. Meksika yemeklerinin şahı burrito ve nachos’u harika yapan, 3,5 €’ya Margharita 5,5€’ya da Caiprioska hüpletebileceğin bir yer: Rosa Negra. Menüsü çok geniş değil ama herşey çok uygun fiyata.

İkinci seçenek ise El Born’un gözbebeklerinden Cal Pep. Cal Pep hem tapasçı, hem değil. Tapasçı diyorum çünkü klasik tapaslar da menüsünde var. Değil diyorum çünkü Tapas diyemeyeceğimiz Akdeniz mutfağından yemekler de var. Ama onlar da “tapas kültürüne” sadık kalarak, paylaşılabilir şekilde servis ediliyorlar. Burası hem gözünü, hem de mideni doyuracak. Gitmeden menüyü burdan incele.

16:00 Güzel yemeğini yedin, şimdi mideyi rahatlarmak için biraz uzanmak lazım. Doğru Ciutadella Park‘ına. Yürürken ara sokaklarda kaybolmak en iyisi. Gözüne kestirdiğin butikleri, minik dükkanları gezebilirsin. Benim favorim Ena Macana, burdan baya bir takı almışlığım var.

Ciutadella’ya eğer üst kapısından girersen meşhur Arc de Triomf‘u görebilirsin. Parka geldiğinde üzerinde şal/ceket ne varsa yere atıp uzanıyorsun. Serbest zaman. Dileyen misafirlerimiz yerli halka karışıp ip atlayabilirler 🙂

Processed with VSCO with a5 presetProcessed with VSCO with a5 preset

19:00 Akşam yemeği için bol seçenek! Öncelikli olarak tüm zamanların en favorisi La Paradeta. Olayı deniz mahsülü. Dükkan 8’de açılır ama sen 7’de kapıya git. Gerçekten ciddi sıra oluyor. Eğer arkadaş grubuysanız işiniz kolay, her seferinde sırada 1 kişiyi rehin bırakarak beklediğin zaman boyunca karşısındaki “El Born Centre de Cultura” yı gezebilirsin. Saat 8 oldu, içeri girdin. Karşında kocaman bir tezgah karşılar seni, balık pazarı gibi. Deniz midyesinden, yengecine, ahtapotundan kalamarına kadar. Fiyatları çok uygun. Sen yiyeceğini seçersin, senin için pişirip masa numaranı anons ederler – gidip alıp yersin. Bu kadar paraya ne kadar çok yedim diyip şaşarsın.

İkinci seçenek El Xampanyet. Burası gece dışarı çıkmadan önce lokallerin takıldığı Şampanya Barı. Tapaslar iyi, ortamı çok iyi. Cava içmeye git derim.

el-xampanyet

Son seçenek biraz Amerikan vari olsa da seni mutlu edecek cinsten bir hamburgerci: Bacoa. Bir Ispanyol ve bir Avusturalyalı bir araya gelmiş; en güzel hamburger için kolları sıvamışlar. Kendi yaptıkları sarımsaklı mayonezlerini mutlaka denemen lazım!

22:00 Kokteyl barları bizden sorulur. El Born’daki en iyi kokteylci Collage Art & Coctail Social Club. Ben bir Bloody Mary hayranı olarak buraya bayılırım. İster arkadaş grubunla gidip üst katta sakin otur, ister alt katta barda takıl.

Biraz sanatsal tarafı deneyimlemek istersen, ben okurken mezuniyetimin yapıldığı Palau De La Musica‘yı öneririm. İnanılmaz bir iç dizayna sahip olan bu opera binasında neredeyse her akşam bir şov var, burdan programa bakıp bilet alabilirsin.

Tüm bu mekanların hepsi ise aşağıdaki haritada! Biraz daha ilhama ihtiyacın varsa Good City Guides’ı Instagram‘dan takip etmeyi unutma 🙂

Barcelona Semt Rehberi

Bundan 6 sene önce master yapmak için okul ararken tüm seçeneklerimi tek bir şehire indirgemiştim: Barcelona. Daha görmeden aşık olduğum bu şehirde tam 1,5 sene geçirdim, ve hayatımın en iyi zamanlarından biriydi. Emin ol, bir kez Barcelona’ya gittikten sonra gittiğin her yeri onla kıyaslayacak, her tapas restaurantı gördüğünde anıların canlanacak ve hayallere dalacaksın.

Biraz fazla romantikleştim ama, başka hangi Avrupa şehrinde akşamüstü denizden çıktıktan sonra sırtındaki havlu ve terliklerinle şehrin en güzel Cava barına gidip saatlerce ayakta sohbete dalabilirsin ki?

Bu kadar övgüden sonra daha fazlasını keşfetmek isteyenleri yazının aşağıdaki bölümüne alabiliriz.

Barcelona yazı dizisinin ilk ayağı, yeni başlayanlar için

Barcelona Semt Rehberi

barcelona-map

(Google Map üzerinde semt haritası görünümü için buraya tıklayabilirsin)

El Born: Yukarıdaki haritada Barcelona yazan yer el Born. Burayı tanımlayanlar: Picasso, tüm gün sokakta meydanlarda takılan yerlisi halk, güzel kokteyller, tatlı butikler. Sahile çok yakın ama sahilden apayrı, otantik bir semt. Barcelona’dayken burda kalmanı öneririm.

Barrio Gotico: Ortaçağ Barcelona’sının merkezi, ana katedral burda bulunuyor. Etrafta çok fazla turist var ama yine de dar sokaklar ve sıkışık binalar arasından gerçek Gotico’yu keşfedebilirsin. Ünlü Las Ramblas (bizim İstiklal’in eski güzel hali), semte sınır çekiyor. Las Ramblas’tan yürürken hiç tahmin etmeyeceğin meydanlara çıkarsın, en güzel jazz barı bulursun; o da sana süpriz olur.

L’Eixample: Dreta ve Esquerra olarak ikiye ayrılıyor. El Born ve Gotico Barcelona’nın eski zamanlardan kalan semtleriyken L’Eixample Gaudi ile birlikte kurulan bir semt. Tüm sokakları birbiriyle 90 derece açı oluşturacak şekilde kubik kubik planlanmış. Kaybolman imkansız.

Dreta kısmı, daha gösterişli kısmı. Tüm lüks markaların, butiklerin, modern tapas restaurantlarının, şarap barlarının olduğu Passeig de Gracia caddesi burdan geçiyor. Gaudi’nin La Pedrerası ile birlikte 2 harika evi de bu cadde üzerinde. Ama benim favorim araç trafiğine kapalı, ağaçların arasında yürüdüğün, scooter’cıların cenneti, bir sürü kahve/tatlı/sushi dükkanı olan Enric Granados sokağı.

Esquerra (tam adıyla L’Antiga Esquerra de l’Eixample) ise Barcelona’da gay komunitesinin yaşadığı, balkonlarında gökkuşağı bayraklarını görebileceğin bir bölge. Oldukça renkli, şehrin özgürlükçü ruhunu yaşatıyor.

Raval: Ben Barcelona’ya gitmeden önce, Raval’e gitmeyin diye haritada üstünü çizmişti bir arkadaşım. Külliyen yalan. Evet, burda her milletten insan yaşıyor, evet belki burası en güvenli yer değil ama bir değişim içinde. Bu değişim de semti enteresan kılıyor. Ünü kötü gece kulubunden dönüştürülen sanat merkezleri, kaykaycıları, sokak arası kahvecileri ve pazarları ile kendine has bir semt.

El Poble Sec: Raval’in bir sol tarafı. Montjüic’in altı. Bundan 5 sene önce sadece gece kulupleri ve barları ünlüydü (misal Sala Apolo), fakat şimdi yeni açılan tapasçıları, bohem Vermut barları, İspanyol mezecileri, gurme mekanları ile Raval gibi hızla değişmekte. Üstelik fiyatlar da oldukça uygun.

La Barceloneta: Sahil, paella, burgerciler ve gece kulupleri. Eğer Barcelona’ya yazın gelirsen burda çok zaman geçirirsin. Eğer aradığın turistlerin gitmediği daha sakin bir deniz/güneş deneyimi ise El Poblenou‘yu öneririm. El Poblenou 19.yüzyılda Sanayi Devrimi’nde Barcelona’nın merkeziymiş, o yüzden sahilin üst kısmında bir sürü eski bina, fabrika göreceksin. Sonralarda onları konutlara, sanat&tasarım okullarına ve gece kulüplerine çevirmişler – en iyisi 5 bölüme ayrılmış 5 farklı müzik türü ile Razzmatazz.

Gracia: İş merkezleri ile birlikte Barcelona’da yaşayan çoğu kişinin kaldığı bölge burası. Turistik yerlere uzak, daha şık ve modern. Bana Madrid’i anımsatıyor. Gaudi’nin Parc Güell’i burda.

Sagrada Familia: Bu semt ile ilgili söyleyebileceğim tek şey, Sagrada Familia’nın burda olması 🙂 Metro’ya sabahtan atla, gez, geri dön.

Şimdiden Barcelona’yı sevmeye başladın mı? 🙂

9 fotoğrafta Dalyan

Gözünün alabildiğince mavi ve yeşilin birbirine karıştığı, çoğu zaman “çıt” bile çıkmadığı, tarih kokan bir kasaba: Dalyan. Belki daha önce adını duymadın, ya da duydun ama ne var bilemediysen, sana aşağıda 9 fotoğrafta neden gitmen gerektiğini anlatıyorum:

Dalyan Köyceğiz gölünden, İztuzu plajına uzanan bir nehir üzerinde.

Processed with VSCO with a5 preset

Processed with VSCO with a5 preset

Nehir boyunca, adeta Dawson’s Creek dizisindesin! Marketten yemeğini içkini al, akşamüstü pikniğe otur.

Processed with VSCO with a5 preset

Ya da merkezden taktaklara bin, nehir üzerinde bir gezintiye çık.

Processed with VSCO with a5 preset

Processed with VSCO with a5 preset

Dalyan, antik bölge Likya’yı oluşturan kasabalardan biri. Yol boyunca kral mezarları tüm ihtişamıyla karşına çıkacak.

Processed with VSCO with a5 preset

İstersen, tekne yolculuğunun sonunda inip, mezarlara daha da yakından bakabilirsin.

Processed with VSCO with a5 preset

Tekneden indin, İztuzu’ndasın. Burası 6 km uzunluğunda uuupuzun bir plaj. Tam bir doğa harikası. Dağlardaki çam ağaçlarından denize inene kadar tek bir tesis, tek bir ev yok. Caretta caretta kaplumbağaların evi aynı zamanda.

Processed with VSCO with a5 preset

Kaptan June’un evi. İngiliz June Haimoff bir tatil sırasında Dalyan’a geliyor ve caretta carettalara aşık oluyor. Bu barakada yaşamaya başlayarak onları izliyor. 2000’lerde İztuzu Plajına otel yapılmak istendiğini öğrenince de, bir kampanya başlatıp dünyanın ilgisini buraya çekiyor ve oteli durduruyor. Tüm alkışları hakediyor!

Processed with VSCO with a5 preset

Dalyan’a nasıl gidersin? Önce Dalaman’a uçak, sonra ya otobüs ya da araba kiralayabilirsin.