Illüstrasyon Yolculuğu: İlk Adımlar
Senelerdir illüstrasyon yapmak istiyorum. Bu his bana nerden geldi, kendim yapabileceğimi nerden çıkardım; hiçbir fikrim yok. Bu uğurda suluboyalar, jel kalemler, çizim defterleri aldım, hepsi de “yeni ve etiketli” şekilde çekmecede duruyor. Hatta geçen sene direk dijital çizmeye başlayayım diye (aşırı güven!) ipad’imi yeniledim ve apple pen aldım ama 1-2 kez çizip kalemi bir kenara koydum.
Mart sonunda evden çıkmamaya başlayınca, baya bir vakit ortaya çıktı. Ben de defteri çekmeceden çıkardım, çok özellikli olmayan bir kalemle denemeler yapmaya başladım. Günler geçtikçe çizdiklerim ve hissettiklerim de değişmeye başladı. Çıktığım bu yolculuğu sizinle de paylaşmak istiyorum; hem bırakmamak için hem de belki birilerine ilham olur diye.
Başlangıç noktamız günlük! Karantinada günler birbirine girmesin, her gün yaptıklarımı unutmayayım diye günlük tutmaya başladım. Bir arkadaşım yaptıklarını çizsene dedi; bu tekniğe “Art Journaling” deniyormuş, yani Sanat Günlüğü. Hem yaptıklarını belgelemek hem de yaratıcılığı keşfetmek için güzel bir yöntem diye düşündüm.
Sonra bir gün bahçedeki erik ağacı meyve vermeye başladı. Dalından kopardığım eriğe baka baka kendi eriğimi çizdim; sayfa boş kalmasın diye de sevdiğim yaz meyvelerini yanına ekledim.
Ben çizimlere devam edeyim kararı yaz meyvelerinden sonra oldu. Yaz meyvelerini Instagram‘da hikayemde paylaştıktan sonra çok güzel yorumlar gelmeye başladı. Tanıdığım, tanımadığım kişilerden beğeniler gelince yüreklendim ve çizmeye devam ettim.
Her gece uyumadan önce oturup belirli bir konseptte hareketsiz objeler çizme alışkanlığı edinmeye başladım. Bir gün en sevdiğim içki ve kokteyl bardaklarını çizdim (bira bardağının tutma yerine dikkat!).
Başka bir gün farklı makarna şekillerini çizmeye çalıştım. En basit görünen kelebek makarna “farfalle” çizmek ne zormuş. Bir çiziyorum paranteze benziyor, bir diğeri sanki şişko yanaklı çocuk yüzüne.
Makana şekillleri, peynir çeşitleri, sebzeler, süt şişeleri derken farkettim ki sürekli yemekle alakalı şeyler çiziyorum. Bu sırada da internetten sürekli yeni sanatçılar keşfediyorum. Biri demiş ki (şimdi kimdi hatırlayamadım), iyi çizebilmen için çizdiğin şeyi yakınen yaşamış ve deneyimlemiş olman gerekiyor. Neden sürekli yemek çizdiğimi o an anladım. 🙂
Hayalim hep yazdığım şehir rehberlerini illüstrasyonlar ekleyerek daha eğlenceli hale getirmekti; dedim ki ben bunu bir deneyeyim. İlk yapmak istediğim rehber tabiki Barselona oldu ve Barselona’da Uzcanla en sevdiğimiz restoranlardaki en sevdiğimiz tabakları çizmek istedim. Orda çektiğim fotoğrafları önüme koydum ve baka baka çizmeye başladım.
Farkettim ki baya zormuş! Erik, kiraz bir şekilde hızlı çiziliyor, ama tabakta paella çizmek bambaşka; çizdiğim pilav mı porridge mi yoksa çorba mı, herşeye benziyor. Fotoğrafta etin suyu ekmeğe akıyor; benim çizdiğimde ise sanki aradan ufak yılanlar çıkıyor. 3 gün sürdü istediğim gibi çizebilmek ama bırakmadım. Bir tane de Paris’te kahvaltı çizdim.
Deneme, yanılma, aynı şekli 40 kez çizme sonrasında bu konuda kendimi geliştirmeye ve yatırım yapmaya karar verdim. Tabiki arama geçmişimden, okuduğum sayfalardan ve takip ettiğim hesaplardan Mark Zuckerberg neyin peşinde olduğumu anladı ve bir sabah Instagram’da gezerken karşıma çat diye tam ihtiyacım olan eğitimi çıkardı.
Şuan Domestika’da “Art of Sketching” eğitimi alıyorum; Mattias Adolfsson veriyor. Eğitimi yarıladım. Eğer ilgilenirseniz, linki burda. Bir sonraki blog post’ta eğitime başladıktan sonra neler çizdiğimi göstereceğim size.
Görüşürüz!
Özge