Seneler önce okuduğum bir kitabı veya izlediğim bir filmi tekrar okuyup izleyince bambaşka bir hikaye görüyorum. Mesela Fight Club’ı ilk izlediğimde deli işi bir film gibi gelmişti, fakat seneler sonra işe girdikten sonra izleyince gerçek hikayeyi anladım (filmi izleyenler ne demek istediğimi anlamıştır). Buna bazı şehirler de dahil; ilk gittiğinde hiç sevmediğin bir şehirden, ikinci gittiğinde ayrılmak istemeyebilirsin.Bu hissi bir Cuma akşamı saat 7’de Ayasofya’ya girdiğimde anımsadım. Daha önce lise döneminde, öğlen kalabalığında gezdiğim Ayasofya’yı, karanlıkta, avizelerin ve muhteşem kubbesinin altında gezmek bambaşka bir deneyimdi. Tek başına gezemiyorsun, bir tur ile gezmen şart; biz Saffet Emre Tonguç’un turuna katıldık. Bir yandan Ayasofya’da en güzel kadrajı yakalayacağım diye kayboldum, diğer yandan Saffet Emre’nin büyüleyici hikayelerinde zamanı unuttum.
Hazırsan, fotoğraflarla ve Saffet Emre Tonguç’un cümleleriyle Ayasofya’yı gezmeye başlayalım!
Ayasofya 1500 yıllık bir mabet. Bizans İmparatoru I. Jüstinyen tarafından inşaa ettirilmiş ve 1000 yıl boyunca Dünya’nın en büyük kilisesi olmuş. İsminin anlamı “kutsal bilgelik” veya “ilahi bilgelik” demek.
1453 yılında Fatih Sultan Mehmet Istanbul’u alınca Ayasofya Kilisesi’ni Ayasofya Camii’sine dönüştürüyor. 1935’te ise Atatürk’ün emri ile müzeye çevrilmiş.
O yüzden Ayasofya’ya gittiğinizde, Dünya’da hiç görmediğiniz bir şey görürsünüz: Dinlerin Kardeşliği. Mihrabın üzerinde Meryem Ana ve kucağında Hz Isa var. Sağ tarafta ise Allah yazıyor.Ayasofya bir Hristiyan kilisesi olarak yapılıyor ama içinde Paganist semboller var. Mesela Poseidon’un 3’lü mızrağını, balıklarını görebilirsin.
1500 yıldır böylesine iyi durumda olan başka bir yapı yok. Belki Mısır’daki piramitlerle veya Roma’daki Pantheon’la kıyaslanabilir.
Ayasofya’da kimsenin giremediği dehlizler var. Bu dehlizler isyan veya savaş sırasında imparatorların kaçması için yapılmış. Rivayete göre, dehlizler Ayasofya’nın altından Sultanahmet Meydanı’na çıkyor. Bizans döneminde Sultanahmet meydanı at yarışlarına tanıklık eden bir Hipodrom’muş; sır içinde sır gibi.Hipodrom demişken, atlarla ilgili enteresan bir hikaye daha var. Ayasofya’nın ikinci katında 4. Haçlı Seferi’ni yöneten Venedik Dükü Henricus Dandolo’nun mezar taşı var ama mezarı yok. Kendisi Istanbul’u mahveden adam olarak anılıyor. 1204 yılında Haçlılar Kudüs’ü keşfetmek için yola çıkıyorlar. Ama Istanbul’a geldiklerinde Dandolo vazgeçiyor – çünkü o dönemde Dünya’nın en güzel şehri Istanbul – ve Istanbul’u yağmalamaya karar veriyorlar. Her şeyi çalıp Avrupa’nın farklı şehirlerine götürüyorlar. Henricus Dandolo şehri aldıktan sonra bir süre burda yaşıyor, ve vasiyetinde Ayasofya’da gömülmek istediğini söylüyor. Gömülüyor da. Fakat şehir geri alındıktan sonra, Istanbul’a yaptıkları için kemikleri köpeklere atılıyor. O yüzden de mezarı Ayasofya’da değil.
Bu hikayeyi duyunca, biraz araştırdım. Venedik’e gidenler varsa; San Marco Bazilika’sına mutlaka gitmiştir. Bazilika’da meşhur altın kaplama 4 tane at heykeli var (isimleri Quadriga atları, orjinalleri Bazilika’nın içinde). Bu atlar Haçlı seferleri sırasında Sultanahmet Meydanı’ndan sökülerek Venedik’e götürülmüş. İçim cız etti. Atları görmek isteyenler bu linke.Kapatmadan son bir hikaye. Ayasofya’dan çıkınca, İstanbul’dan sürekli kaçmak isteyen bünyeler, İstanbul’un en güzel şehri olduğuna bir kez daha ikna oluyormuş. Nerden mi çıkardım? Kendimden biliyorum.